Cumartesi, Temmuz 27, 2024

Hakikat Namına

Hakikat Namına Birtakım Mühim Meseleler

Edebiyat

Nelerimden Feda Ediyorum?

Asiye Binti Müzâhim…
Saraylar içinde bir mahkum. Firavun gibi bir zalimin zevcesi olmuş, zulmüne sabrederken yalnız Rabb’inden beklenti içine girmiş, bir inanmış yürek.
Rahatım yerinde, ellerim sıcak sudan soğuk suya girmiyor, her türlü bolluğa ve refaha sahibim dememiş. Bu itibar bırakılır mı diye düşünmemiş.
Hakiki bir inanç uğruna nelerden feragat edilir yaşamış ve göstermiş, yiğit bir kadın!
Nelerden mi vazgeçmiş?
İtibar gören bir adamın kalbinden, hürmetinden…
Maldan, mülkten, daha nicelerinden…
Ve canından…
“Allah iman edenlere de Firavun’un karısını misal vermektedir. O “Rabbim!” demişti. “Yüce katında, cennette benim için bir ev yap. Beni Firavun’dan ve yaptıklarından kurtar ve beni bu zalimler topluluğundan da selamete çıkar!”
Rabbi onu Firavun’un karısı olarak adlandırmıştı. O’nu Asiye yapan Rabbine her dem itaatkar, zalim Firavun’a karşı ise değerlerinde sebatkar ve başı dik oluşuydu. O Firavunun karısı olmayı ar sayan, zulümlerin gölgesinde ıstırap duyarken cennet evlerine kavuşmak için gün sayan Asiye’ydi.
Sevememişti bulunduğu yeri. Saraylar ona dar gelmişti. Kocaman yüreği dünya saraylarına sığmıyordu, oraya ait değildi. Cennet evlerini özlüyordu kalbi. Nasıl bir hasret içindeydi ruhu? Nereden biliyordu cennetin evlerini? Nasıl bir inançtı ki bu; avucundakini atıp bir kenara, gayba aşk büyütüyordu…
Nice zulümlere şahit oldu o saray denen hapiste. İnanarak susmaya mahkum yüreği çırpınıyordu göğsünde. Nasıl bastırılırdı? Yeryüzünün en büyük hakikati nasıl susulurdu?
Kanat çırpıyordu yüreği. Uçmak istiyordu hakikatler köyüne. O cennete hasret, cennet ona.
Susmadı inancını, bastıramadı içinde. Bastırılamayacak kadar güçlüydü o gerçekler içinde. Sızdı, sızdı ve taştı…
Biliyordu şüphesiz kimi karşısına aldığını. Daha evvel çok zulümlere şahitlik etmişti gözleri. Bilerek yürümüştü bu yolu. Dönmedi, eğilmedi, bükülmedi, sapmadı. İnandım dedi ve dosdoğru oldu.
Sabır meyvelerini tattı dünyada, cennet nimetlerine kavuşabilmek için.
“Cennet kadınlarının en üstünleri Hatice Bint Hüveylid, Fatıma Bint Muhammed, Meryem Bint İmran, Firavun’un zevcesi Asiye Bint Müzâhim’dir.”
Firavunun eşiyim olmaz, demedi. Bu yol böyle nasıl gidilir diye düşünmedi. Nasıl başa çıkılır diye telaşa düşüp, gerisin geri kaçmadı ayakları. Zayıflığı bileğinde, gücü yüreğindeydi. Tuttu yüreğinin elinden, uçtular birlikte cennet evlerine…
Mertlik yalnız savaş meydanında gösterilmiyor. Bu dünya sahnesinde an geliyor bir saray bile cenk meydanı oluveriyor. En şiddetli harpleri insan nefsiyle kendi içinde veriyor.

Asiye’nin elinin tersiyle ittiği, teveccüh etmediği dünya nimetleri için, neler feda ediliyor şimdi? Nasıl değerler, çula çaputa harcanıyor? Nasıl da insan hayale aldanıp gerçeklerden uzaklaşıyor? Peşin olana köle oluyor.
Nasıl da susuyor hakikati konuşacak diller? Kayıyor ellerimizden bir bir inandığımız tüm değerler…
Asiye, dünya sarayı karşılığı cennet evi istedi. Dünya itibarı karşılığı ahiret itibarına talip oldu. Biz neyin karşılığında cennete talibiz?
Nelerimden feda ediyorum diye düşünmeli değil miyiz? Uykularım tam, zamanlarım başıboş, arzularım önümde ve ben…
Nasıl bu davada neferim?
Nasıl bu cihadın cengaveriyim.
Nasıl cennete ve Rızâ-i İlahi’ye talibim.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir