Müslümanın Hayatında Sebep ve Sonuç
Müslümanın Hayatında Sebep ve Sonuç
Doğuyoruz, gözlerimizi dünyaya açıyoruz ve tam o andan başlayarak bir şeyleri tanımlamaya, anlamlandırmaya başlıyoruz. Bir çocuğun tecessüsü, her şeyi annesine sorarak teyit etme ve tanımlama iştiyakı bunun bariz bir göstergesidir. Bu alışkanlık hayatımız boyunca sürer gider. Bir zaman sonra insan sebep ve sonucun zincirine alışır, bilir ki A fiili B sonucunu getirir. Bir örnekle akla yaklaştıralım; sobaya dokunma davranışının canını yakacağını bilir. Ya tecrübe eder bunu ya da dışarıdan bilgi olarak edinir. Her fiilin bir sonucu olacağını veya başka bir zaviyeden her şeyin bir sebebi olduğunu öğretir bize hayat. İşte milyonlarca bu tür tecrübe ve bilgi zihnimizde bir nedensellik silsilesi oluşturur. Biz yetişkin hale geldiğimizde tecrübe ve ilmimize göre değişmekle birlikte birçok fiilin hangi sonuçlara yol açacağını biliriz. Veya birçok neticenin sebebini biliriz. Örneğin yüksekten bırakılan bir cismin yer çekimi sebebiyle yere düşeceğini kati surette biliriz. Bu nedenle evimizin camından aşağı atlamayız.
Peki gerçekten gördüklerimiz, bildiklerimiz sebep midir? Yani elim sobaya dokunduğumda yanmaya mahkum mudur? Veya bir eşya her zaman yüksekten bırakıldığında o çekime yani düşmeye mahkûm mudur? Hemen denebilir ki evet mahkumdur çünkü biz yer çekimini fiziki olarak izah edebilecek ilime sahibiz insanoğlu olarak. Veya yine denebilir ki ısıyla insan eli arasındaki tepkimeleri adım adım bildiğimiz için eminiz ki el yanmaya mahkûmdur. İşte tam burada duracak ve aynı zihniyetle başka bir olayı analiz edeceğiz.
Her şeyin maddi düzlemde yani varlık sahasında görünen bir sebebi olduğunu düşündüğümüzü söylemiştik. Cinsel hayatında sapkınlıkları olan bir A şahsı düşünelim, örneğin pedofili eğilimi gösteriyor. Biz bugün ilmi düzlemdeki tetkiklerimizle biliyoruz ki A şahsının zihni ve biyolojik aleminde bu eğilime sebep olan bazı tepkimeler ve olaylar gerçekleşiyor. Yani şahsın bu fiili gerçekleştirme sebebi zihni ve biyolojik etkilerdir. Yahut yine bir başka şahsın geçirdiği sinir krizi sonucu öldürdüğü insanlar onun zihnindeki birtakım tepkimelerinin sonucudur. Biz bugün bunu modern bilim denilen tetkik yöntemleriyle detaylı bir şekilde izah edebiliyoruz. O halde bu şahıslara neden ceza veriyoruz? Yani eğer gerçekten A şahsının tüm bu fiilleri gerçekleştirmesinin sebebi zihni ve biyolojik bazı tepkimelerse A şahsını nasıl suçlayabiliyoruz? Bu onun elinde olmayan zihnindeki birtakım sebepler silsilesinden kaynaklı oysa. Aynı sobaya dokunduğumda yanmam gibi, nasıl ki ısıyla elim arasındaki tüm tepkimeleri izah edebiliyor ve dokunduğumuzda yanacağımızı biliyorsak, bu şahsın da bu suça meyline sebep olanın aynı şekilde zihninde gelişen biyolojik tepkimeler silsilesi olduğunu biliyoruz, sebep-sonuç zincirinden kaynaklı olduğunu görüyoruz. Öyleyse ya diyeceğiz ki zihni ve biyolojik olarak bu şahısla aynı tepkileri gösteren herkes bu suça mahkumdur, kati surette bu suçu işleyeceklerdir. Bu nedenle, bunları suça engel olmak amacıyla önceden toplamalıyız. Ya da diyeceğiz ki bu tepkimeler sebep olamaz. Başka bir sebep olmalı. Ki zaten bunu diyoruz ve bu şahısları hukuk önünde cezalandırıyoruz. Suçladığımız şey tepkimeler(görünen sebep) olmuyor, şahsın kendi iradesi(yegane sebep) oluyor.
İşte insan zorunlu olduğuna inandığı bir sebep sonuç silsilesini kendisi dahi inkar edecek kadar ahmak bir hale düşüyor. Öyle ki o sebebi kale almayarak neticeyi iradeye bağlıyor. Yani sebep-sonuç üzerine bina ettiği anlayışı yine kendisi kırıyor ve suçu ihtiyari bir seçim olarak tanımlayıp şahsı cezaya mahkûm ediyor. Oysa iradeyi maddi olarak izah edemiyoruz. Asla da edemeyeceğiz. Çünkü irade denilen şey soyut ve metafizik bir kavram. Bilimin iradeden anladığı birtakım zihinsel tepkime ve seçimlerden ibaret. Oysa yukarıda gördük ki bir suçlu bilimsel açıdan yalnızca sebep-sonuç silsilesinin mahkûmu olabilir. Yani eğer görünür sebep mutlak sonuca yol açıyorsa, o şahıs suçlu olamaz. Ne kadar komikte gelse suçlu olan şahsın zihnindeki tepkimeler olmalı.
İşte akılla yola çıktığını iddia eden ancak aklı yolun en başında fırlatıp atan bir zihniyetin kendi kabullerini inkarının ispatıdır bu. Biz ise deriz ki elimiz sobayla temasında yanmaya mahkûm değil, eşya da yüksekten bırakıldığında düşmeye mahkûm değildir. Bizler sadece milyarlarca kez bunun böyle olduğunu tecrübe ettiğimiz için bunun kesin bir gerçeklik ifade ettiğini söyleriz. Oysa bu safsatadır. Nasıl ki A şahsının fiillerini sebeplere değil de şahsın iradesine bağladık. İşte eşyanın düşmesini de bir Hâkim-i Mutlak’ın bunu milyarlarca kez böyle irade etmesine bağlarız. Biz de “O” iradenin eşyayı her defasında düşürmesine “yer çekimi” diyoruz fakat zorunluluğu reddediyor ve fiilin hakkını görünürdeki sebebe değil “O” iradeye teslim ediyoruz. Eşya düşmeye mahkûm değildir “O” irade etmezse düşmez. Elim ısıyla temasında yanmaya mahkûm değildir. “O” irade etmezse yanmaz. Nitekim Hz. İbrahim kıssasından biliriz ki yanmamıştır da.
İşte bir Mümin için mucize şaşkınlık ifade etmez. Çünkü o bilir ve görür ki Kadir-i Mutlak olan Allah her saniye bir yeni mucize zaten yaratmaktadır. Onun için hiçbir şey bir zorunluluk değildir. Her şey bir mucizedir. Zaten bu şaşkınlık onda hamd etme isteğini doğurur. Her şey bir zorunluluk olsaydı şayet teşekkür iştiyakı doğar mıydı? İşte bu iradeyi fark ettirmek için kâinatta farklılıkları yaratmıştır. Bize adeta iki gözlü olmak zorunda değildin üç gözlü de olabilirdin, iki bacaklı olmak zorunda değildin tek bacaklıda olabilirdin demektedir. Yani Ey insan gör ve aklet ki bu bir zorunluluk eseri olsa “ASLA İSTİSNA BARINDIRAMAZDI” oysa istisnalar var öyleyse bu bir iradenin eseridir demektedir.
Demek ki bizlerin sebep olarak nitelendirdiği şeyler sadece A’dan sonra B’nin gelmesi B’den sonra C’nin gelmesi gibi zamansal bir komşuluktan ibarettir. Yani A olduğu için B olmaz, A’dan sonra B olur. İşte her oluş bir iradeye bağlı olmak zorundadır. Benim elimi kaldırmam belki yüzlerce biyolojik etkiye mahkûm fakat elimi kaldırmamın sebebi o biyolojik etkiler değil. Elimi kaldırmamın sebebi benim elimi kaldırmak istemem, bunu irade etmem. İşte bu kadar basit bir örnekle hülasa etmek mümkün. Binlerce biyolojik etkinin gerçekleşmediğini iddia etmiyoruz ancak onların asla sebep olamayacağını ve bir zorunluluk arz etmeyeceğini iddia ve ispat ediyoruz. Akletme yetisine sahip her insan, her oluşta iradeyi iki artı iki dört suretinde görür. Ve bu şaşkınlığın tezahürüyle “O” iradenin huzurunda alnını yerle yeksan eder. Her şeyin bir zorunluluk ve nedensellik zinciri olduğunu düşünenler ise her şeyde bir kusur ve eksiklik görür, şikayet ve isyana gider, küfre girerler.
Abdullah Kar